Tam diyordum ki galiba ben kışı özledim.
Hava kapandı çatır çutur yağmur yağmaya başladı ve gerçekten özlediğim şeyin soğuk yada kötü hava şartları yada bu sıcaklardan kurtulmak olmadığını anladım.
Özlediğim şey şimdilerde öğrendiğim için adını koyabildiğim Hygge.
Özlediğim şey dışarıda yağış, şimşekler, gök gürültüsü ve içeride sıcak bir kahve, yılbaşı süsleri, rustik ve huzur verici, içine çekici sıcak ortam. İster bir kafede, ister evde, hani bir hisse kapılırsınız her şey tamamdır. Dışarıda kopan fırtınalardan içeriye, sıcaklığa sığınmışsınızdır ve artık o fırtınalar manzaradan başka bir şey değildir. Bu aslında açıklaması çok zor bir his. Türkçe karşılığını bulmakta çok zorlanıyorum. Danimarkalılar; Hygge sözcüğünü; bu sıcaklığı, aileyle beraber yenilen yemekleri, kahvenin yanındaki ev yapımı sıcak keki, mumlar eşliğinde edilen tatlı sohbetleri ve televizyonda gördüğümüz klasik christmas aile tablosunu anlatmak için kullanıyorlar. Amerikalılarda böyle bir sözcük yok ama benzetmeye çalışsak; warm, cozy gibi kelimeler kullanabiliriz hygge'i anlatmak için. Türkçe de ise sıcak dışında bir kelime olduramıyorum. Sanırım kültürümüzde böyle bir rahatlama ve iç huzur sağlama yok. Hep bir kavga hep bir gürültü hep bir ötekileştirme. Şimdi bana aile ilişkileri, misafirperverliğimiz, sıcak insanımız diyenler olacak ama yanlış yerden bakıyorsunuz diyeceğim onlara, nadiren mutlu ve sıcak olan insanları hariç tuttuğumuzda aile ilişkilerimizin hepsi bağırmalı, kısıtlamalı, karşımızdakine fedakarlık yaparken onların gözüne sokup onları kötü hissettirmeli, çocuklarımızı koruyacağız diye onları kendimize düşman etmeli, her aile pazarımız sürtüşmeli. Çocuklarına bizim kadar bağıran ülke eminim çok azdır. "Sevdiğimizden" mi gerçekten peki?
Ben artık buna inanmıyorum. Kişisel gelişimin incili sayılabilecek Mark Manson'ın The Subtle Art Of Not Giving A Fuck adlı bizim kibarlığımızdan ve rtüksel kaygılarımızdan dolayı Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı gibi saçma bir başlıkla çevirmek durumunda kaldığımız kitabında anlatmaya çalıştığı gibi, tüm bu sorumluluk alma, fedakarlık yapma eendişelerimizle aslında tek bildiğimiz yoldan kendimizi sevdirmeye ve "düşünceli" insanlar olmaya çalışıyoruz. Yani asıl suçlamamız gereken kişi kendimiziz. Bu konuda bende suçluyum. Bunun hakkında daha fazla bahsedilip konu açılabilir ama bunu başka bir yazıya bırakacağım. Misafirperverliğimiz ve sıcaklığımız konusunda ise yine bazı insanları hariç tutarak içten pazarlıklı, çıkarcı ve bazen de taciz edici olduğumuzu söyleyeceğim. Ben açıkçası başka bir milletin insanının turiste farklı fiyat çekip kazıklayıp bunu gururla anlattığını, yüzüne gülümseyip başka müşterinin arkasından küfredenini, turiste anlamıyor diye kolunu atıp gülümseyerek iğrenç küfürler edip sonra bunun onu sevdiğiyle ilgili olduğunu söyleyen başka millet görmedim.
Tabi ki bunun milletle alakası yok, ama benimsediği kültürle var. Size dünyanın en mutlu ülkelerini sırasıyla yazacağım, kararı siz verin.
Bu veriler her yıl bağımsız bir kuruluş tarafından ölçülmekte olup bu yıl o ülkelerde yaşayan göç etmiş insanların da bilgileri göz önünde bulundurulmuş.
Şöyle bir sonuç çıkmış özetle, mutlu ülkelere taşınan insanlaar daha mutlu olmuşlar.

Farkettiyseniz listede Türkiye yok. Bu bizden nefret ettikleri için değil. Yaşanılabilir bir ülke olmadığımız için. Peki bu bilgiler ışığında ve yaptığım diğer araştırmalarla, bu ülkelerin gerçeklikleri olarak neler söyleyebiliriz?
- Nordik (kuzey) ülkeler (hava durumları son derece sert ve soğuk, çoğu zamanda insanı mutlu ettiği bilinen ışıktan yosun olmalarına rağmen) dünya üzerindeki en güvenli ve en mutlu ülkeler.
- Finlandiya eğitim sistemini en çok kişiselleştirilmiş, en yaygın olarak ve tamamen ücretsiz sunulan bir ülke.
- İlk ondaki ülkeler insan nüfusu açısından daha az yoğun. İnsanlar eğitimli ve katı toplumsal kurallar çerçevesinde yaşıyor. (Sokağa tükürme, çöplerini yere atma, insalara laf atma gibi bize komik gelebilecek suçların cezaları var.)
- Hayvanların ve kadınların hakları erkeklerden farklı değil. Her cinsiyet her işi yapabiliyor.
- İlk ondaki ülkelerin çoğunda sağlık servisleri ve sosyal hizmetler ücretsiz yada çok az ödeneklerlee yapılıyor.
-Vergisi en yüksek ama en çok işe yarayan ülkeler ilk ondaki kuzey ülkeleri.
- Danimarka'da doğum izni anneye de babaya da veriliyor. İzin bir yıl sürüyor ve maaşınız ödenmeye devam ediyor.
- Bu ülkeler sırasıyla taciz, tecavüz, cinsiyetçilik, ırkçılık, cinayet ve hırsızlık gibi nefret suçlarının en az olduğu ülkeler. (Bu konuyu araştırırken izlediğim bazı youtuberlar kapılarını bile kilitlemediklerini, araba anahtarlarını arabanın üstünde bıraktıklarını ve gece saat kaç olursa olsun sokakta özgürce yürüyebildiklerini söylüyorlar.)
- Din ve cinsel tercihlere hoşgörüyle bakılıyor.
- Danimarka göçe beyin göçü olmadığı sürece oldukça kapalı bir ülke.
Bu ülkelerin insanları bizde genellikle "soğuk" olarak bilinirler. Biz ise sıcak olarak atfederiz kendimizi. Gerçekleri ortaya koyduktan sonra herkesi kendi düşüncesine bırakıyorum. Yukarıdaki maddelerin hiçbirini bir yerlerimden uydurmadım. Bu ülkede yaşayamadığını söyleyen ve işkence gören kadınlar ve ses çıkaramayan hayvanlar, bazı rollere ittirilmeye çalışılan erkekler ve cinsel tercihi bizim alışmadığımız gibi olduğu için dışlanan ve acı çektirilenler ve çok daha fazla bu ülkede nefes alamayan insanlara inanmayan bir kesim var bu ülkede, bu kafadaki insanların çoğu gerçek bilgilere de itibar etmeyeceklerdir ama bu yazdıklarımı belki birilerini yalnız yada yalancı hissetmekten alıkoyar diye yazıyorum. Gerçekler burada. Burası yaşanmayacak bir ülke değil ama insanlar bu ülkeyi diğer her varlık için yaşanamaz hale getirdi. Ötekileştirdiğimiz, cadı avına devam ettiğimiz ve sadece kendimizin özgürce yaşamaya hakkı olduğunu düşünmeye devam ettiğimiz sürece dünyanın en mutsuz ülkelerinden biri olmaya devam edeceğiz.
Evlerimizde, okullarımızda, kendi hayatlarımızda bile güvende değilken biz hala neleri tartışıyoruz?
Hava kapandı çatır çutur yağmur yağmaya başladı ve gerçekten özlediğim şeyin soğuk yada kötü hava şartları yada bu sıcaklardan kurtulmak olmadığını anladım.
Özlediğim şey şimdilerde öğrendiğim için adını koyabildiğim Hygge.
Özlediğim şey dışarıda yağış, şimşekler, gök gürültüsü ve içeride sıcak bir kahve, yılbaşı süsleri, rustik ve huzur verici, içine çekici sıcak ortam. İster bir kafede, ister evde, hani bir hisse kapılırsınız her şey tamamdır. Dışarıda kopan fırtınalardan içeriye, sıcaklığa sığınmışsınızdır ve artık o fırtınalar manzaradan başka bir şey değildir. Bu aslında açıklaması çok zor bir his. Türkçe karşılığını bulmakta çok zorlanıyorum. Danimarkalılar; Hygge sözcüğünü; bu sıcaklığı, aileyle beraber yenilen yemekleri, kahvenin yanındaki ev yapımı sıcak keki, mumlar eşliğinde edilen tatlı sohbetleri ve televizyonda gördüğümüz klasik christmas aile tablosunu anlatmak için kullanıyorlar. Amerikalılarda böyle bir sözcük yok ama benzetmeye çalışsak; warm, cozy gibi kelimeler kullanabiliriz hygge'i anlatmak için. Türkçe de ise sıcak dışında bir kelime olduramıyorum. Sanırım kültürümüzde böyle bir rahatlama ve iç huzur sağlama yok. Hep bir kavga hep bir gürültü hep bir ötekileştirme. Şimdi bana aile ilişkileri, misafirperverliğimiz, sıcak insanımız diyenler olacak ama yanlış yerden bakıyorsunuz diyeceğim onlara, nadiren mutlu ve sıcak olan insanları hariç tuttuğumuzda aile ilişkilerimizin hepsi bağırmalı, kısıtlamalı, karşımızdakine fedakarlık yaparken onların gözüne sokup onları kötü hissettirmeli, çocuklarımızı koruyacağız diye onları kendimize düşman etmeli, her aile pazarımız sürtüşmeli. Çocuklarına bizim kadar bağıran ülke eminim çok azdır. "Sevdiğimizden" mi gerçekten peki?
Ben artık buna inanmıyorum. Kişisel gelişimin incili sayılabilecek Mark Manson'ın The Subtle Art Of Not Giving A Fuck adlı bizim kibarlığımızdan ve rtüksel kaygılarımızdan dolayı Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı gibi saçma bir başlıkla çevirmek durumunda kaldığımız kitabında anlatmaya çalıştığı gibi, tüm bu sorumluluk alma, fedakarlık yapma eendişelerimizle aslında tek bildiğimiz yoldan kendimizi sevdirmeye ve "düşünceli" insanlar olmaya çalışıyoruz. Yani asıl suçlamamız gereken kişi kendimiziz. Bu konuda bende suçluyum. Bunun hakkında daha fazla bahsedilip konu açılabilir ama bunu başka bir yazıya bırakacağım. Misafirperverliğimiz ve sıcaklığımız konusunda ise yine bazı insanları hariç tutarak içten pazarlıklı, çıkarcı ve bazen de taciz edici olduğumuzu söyleyeceğim. Ben açıkçası başka bir milletin insanının turiste farklı fiyat çekip kazıklayıp bunu gururla anlattığını, yüzüne gülümseyip başka müşterinin arkasından küfredenini, turiste anlamıyor diye kolunu atıp gülümseyerek iğrenç küfürler edip sonra bunun onu sevdiğiyle ilgili olduğunu söyleyen başka millet görmedim.
Tabi ki bunun milletle alakası yok, ama benimsediği kültürle var. Size dünyanın en mutlu ülkelerini sırasıyla yazacağım, kararı siz verin.
Bu veriler her yıl bağımsız bir kuruluş tarafından ölçülmekte olup bu yıl o ülkelerde yaşayan göç etmiş insanların da bilgileri göz önünde bulundurulmuş.
Şöyle bir sonuç çıkmış özetle, mutlu ülkelere taşınan insanlaar daha mutlu olmuşlar.

Farkettiyseniz listede Türkiye yok. Bu bizden nefret ettikleri için değil. Yaşanılabilir bir ülke olmadığımız için. Peki bu bilgiler ışığında ve yaptığım diğer araştırmalarla, bu ülkelerin gerçeklikleri olarak neler söyleyebiliriz?
- Nordik (kuzey) ülkeler (hava durumları son derece sert ve soğuk, çoğu zamanda insanı mutlu ettiği bilinen ışıktan yosun olmalarına rağmen) dünya üzerindeki en güvenli ve en mutlu ülkeler.
- Finlandiya eğitim sistemini en çok kişiselleştirilmiş, en yaygın olarak ve tamamen ücretsiz sunulan bir ülke.
- İlk ondaki ülkeler insan nüfusu açısından daha az yoğun. İnsanlar eğitimli ve katı toplumsal kurallar çerçevesinde yaşıyor. (Sokağa tükürme, çöplerini yere atma, insalara laf atma gibi bize komik gelebilecek suçların cezaları var.)
- Hayvanların ve kadınların hakları erkeklerden farklı değil. Her cinsiyet her işi yapabiliyor.
- İlk ondaki ülkelerin çoğunda sağlık servisleri ve sosyal hizmetler ücretsiz yada çok az ödeneklerlee yapılıyor.
-Vergisi en yüksek ama en çok işe yarayan ülkeler ilk ondaki kuzey ülkeleri.
- Danimarka'da doğum izni anneye de babaya da veriliyor. İzin bir yıl sürüyor ve maaşınız ödenmeye devam ediyor.
- Bu ülkeler sırasıyla taciz, tecavüz, cinsiyetçilik, ırkçılık, cinayet ve hırsızlık gibi nefret suçlarının en az olduğu ülkeler. (Bu konuyu araştırırken izlediğim bazı youtuberlar kapılarını bile kilitlemediklerini, araba anahtarlarını arabanın üstünde bıraktıklarını ve gece saat kaç olursa olsun sokakta özgürce yürüyebildiklerini söylüyorlar.)
- Din ve cinsel tercihlere hoşgörüyle bakılıyor.
- Danimarka göçe beyin göçü olmadığı sürece oldukça kapalı bir ülke.
Bu ülkelerin insanları bizde genellikle "soğuk" olarak bilinirler. Biz ise sıcak olarak atfederiz kendimizi. Gerçekleri ortaya koyduktan sonra herkesi kendi düşüncesine bırakıyorum. Yukarıdaki maddelerin hiçbirini bir yerlerimden uydurmadım. Bu ülkede yaşayamadığını söyleyen ve işkence gören kadınlar ve ses çıkaramayan hayvanlar, bazı rollere ittirilmeye çalışılan erkekler ve cinsel tercihi bizim alışmadığımız gibi olduğu için dışlanan ve acı çektirilenler ve çok daha fazla bu ülkede nefes alamayan insanlara inanmayan bir kesim var bu ülkede, bu kafadaki insanların çoğu gerçek bilgilere de itibar etmeyeceklerdir ama bu yazdıklarımı belki birilerini yalnız yada yalancı hissetmekten alıkoyar diye yazıyorum. Gerçekler burada. Burası yaşanmayacak bir ülke değil ama insanlar bu ülkeyi diğer her varlık için yaşanamaz hale getirdi. Ötekileştirdiğimiz, cadı avına devam ettiğimiz ve sadece kendimizin özgürce yaşamaya hakkı olduğunu düşünmeye devam ettiğimiz sürece dünyanın en mutsuz ülkelerinden biri olmaya devam edeceğiz.
Evlerimizde, okullarımızda, kendi hayatlarımızda bile güvende değilken biz hala neleri tartışıyoruz?
Yorumlar
Yorum Gönder