Son bir kaç gün hatta hafta diyebilirim, benim için oldukça zorlu geçti.
Yaptığım şeylere, yapmak istediğim şeylere olan inancımın ciddi anlamda sarsıldığını hissettim. Aslında hala tam olarak motivasyonumu geri kazanabilmiş değilim. Bunun bir numaralı sebebi ise depresyonun içinde yorgan rulosu şeklinde yuvarlanıyor oluşum değil.
Hayır, kesinlikle değil.
Bunun bir numaralı sebebi "son derecede gerçekçi" boş hayallere asla izin vermeyen kişiliğim. Tabi ki bu "kişilik" özelliği altında, bastırılmış bir takım problemlerin küçük küçük depremlerle yeryüzüne çıkmasını da barındırıyor olabilir. Size sonrasında rahatsız olacağım kadar dürüst olacağım.
Kendimi acımasızca yargılıyorum.
Zayıflıklarımı ve başarısızlıklarımı acımasızca yüzüme vuruyor ve bunlar karşısında kendimi kötü hissettiğim için de kendimi suçluyorum ve böylece asla çıkamayacağım bir döngüye giriyorum. Kendimi kötü hissettiğimde hiçbir şey yapmıyorum, çünkü "yaptığım hiçbir şeyin hiçbir anlamı yokmuş gibi" hissettiriyor. Doğal olarak yapmam gereken (duş almak dahil) her şeyi asla gelmeyen "başka zamanlara" erteliyorum. Tabi ki erteledikçe kendimi daha kötü hissediyorum çünkü anksiyete bana sürekli olarak yapmam gerekenleri ve onları yapmamamın gerginliğini hatırlatıyor.
Tanıdık geldi mi?
Bu gibi durumlarda size önerebileceğim tek bir yol var.
Düştüysen kalkacaksın.
Ama önce düşmen gerek.
Önce düşmen gerek derken ne demek istiyorum hemen anlatayım. Belli bir gerginlikte ve boşlukta, her şeyin anlamsız geldiği yerdeysen, anksiyenin o tatlı patileri asla törpülenmeyen tırnaklarıyla seni günden güne yoluyorsa iki kedi okşayıp, kahve içip, planlar yapıp hayatını tekrar düzene sokabilme yetisine ulaşımın çok kolay olmayabilir.
Yani bu düz bir duvara tırmanmaya çalışmak gibi. Sen duvarın alt kısımlarında bir yerdesin, tutunuyorsun evet ama yukarı çıkamıyorsun, yorulmuşsun çünkü saatlerdir tutunuyorsun ve çıkman gereken düz bir duvar var önünde. O noktada ter içinde her an gücünü toplayacakmışsın gibi tutunmaya devam edebilirsin.
Ya da bırakırsın.
Düşersin.
Ne kadar kötü görünsede kare, düşüş ne kadar acıtsa da aynı yerde kalmaktan iyidir. Düşmek hep acıtır.
Ama zemine gelmeden binalardan çıkamazsın, dibi gördükten sonra daha aşağı inemezsin ya da bunlar gibi bir çok motivasyonel şey söyleyebilirim. (İnanın bana cephanemde çok var bu sözlerden)
Asıl söylemek istediğim şey ise şu, indiğin yerde duvarın büyüklüğünü ölçebilirsin, yardım alacak insanlar yada ekipmanlar bulabilirsin, ya da kendine gerçekten o duvara mı yoksa soldaki kalenin duvarına mı tırmanmak istediğini sorabilirsin, ya da daha az dirençli yolu seçip düştüğün yerde bağdaş kurup diğerleriyle rakı sofrasına katılabilirsin.
Dipteyken yapabileceğin çok fazla seçim vardır. Bu seçimleri değerlendirmek için iyileşme süreni kullanmalısın.
Hiçbir şeyi ağzından çıktığı için yapmak zorunda değilsin, başarısız görünmemek için artık istemediğin bir şeyi yapmak zorunda değilsin, soldaki kale de her zaman ona tırmanacak başka prensler arayacak, hiçbir şeyi başladın diye bitirmek zorunda değilsin.
AMA gerçekten sevdiğin ve istediğin bir şeyden düşmekten korktuğun yada insanların gözleri önünde düştüğün için vazgeçme.
Bu düpedüz alçaklık, ihanet.
Mezara kadar, hatta büyük ihtimalle sonrasına dahi götürmek zorunda kalacağın birine ihanet etmek istemezsin. Kin tutabilir.
Lütfen unutma, düşüşler değişimin bir parçası.
Yorumlar
Yorum Gönder